Biyolojik silahlar diğer canlılar üzerinde zararlı etkiler
oluşturmak amacıyla kullanılan bakteri, virüs vb. bulaşıcı organizmalardır. Bu
tanım genellikle biyolojik olarak elde edilen toksinleri ve zehirleri de
kapsayacak şekilde genişletilir. Biyolojik savaş araçları, yaşayan
mikroorganizmaları (bakteri, protozoa, riketsia, virüs ve mantar) içerdiği gibi
bitkiler ve hayvanlar tarafından üretilen toksinleri (kimyasallar) de kapsar.
Bazı araştırmacılar toksinleri kimyasal olarak kabul ederken, çoğunluğu 1972
Biyolojik Silahlar Konvansiyonunda da belirtildiği gibi biyolojik etken olarak
kabul emektedir.
Biyolojik ve kimyasal silahların tüm dünyanın ilgisini
çekmesi, orta yaşlılarımıza göre Iran-Irak Savaşı ile, daha genç olanlarımıza
göreyse 11 Eylül saldırılarından sonra olmuş gibi görünse de bu silahların
korkutucu etkisi I. Dünya Savaşı’ndaki acı deneyimlerle anlaşıldı. I. Dünya
Savaşı biyolojik silahlarla ilgili yeni deneylerin yapılması için fırsatlar
sundu; Stockholm’deki Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’ne (SIPRI) göre
Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda karşı safta yer alan İtalya’da kolerayı, Rus
cephesinde vebayı silah olarak kullandı.
I. Dünya Savaşı’nın ardından 1925’de imzalanan Cenevre
Protokolü ile aralarında ABD’nin de bulunduğu 40 ülke, kimyasal ve biyolojik
silahların yasaklanmasına imza attılar. Ancak çok geçmeden yaklaşan II. Dünya
Savaşı’nın müstakbel tarafları anlaşmaları çiğnemekte sakınca görmedi. II.
Dünya Savaşı sırasında 1939-1942 yılları arasında Japon kuvvetleri Mançurya’ da
şarbon, veba, çiçek, ruam, kolera, kızıl, menenjit, tüberküloz, salmonellozis
ve difteri gibi çeşitli enfeksiyon hastalıklarını esirler üzerinde deneyip, çok
sayıda ölüme neden oldular. Aynı yıllarda İngilizler İskoçya açıklarındaki
Gruinard adasında şarbonla çok sayıda deneme yapmışlar ve ada topraklarının
takip eden 36 yıl boyunca şarbon sporları ile buluşmasına neden olmuşlardı.
Adanın hastalıklardan arındırılmasına 1979 yılında başlandı ve 280 ton
formaldehit kullanıldıktan sonra ancak 1987 yılında tam anlamıyla
temizlenebildi.
Gerçekte, biyolojik silahların kullanıldığı terör
eylemlerinin sayısı, bu güne kadar birkaç örnekle sınırlı kalmadı. Bu olayların
biri, 1984 yılında, ABD’de Oregon’daki bir kasabadaki restoranlarda yemek yiyen
750 kişinin zehirlenmesiydi. Bu olaydan, o bölgede bulunan ve Oregon’un
yerlileriyle çatışma içinde olan bir örgütün sorumlu olduğu ortaya çıkarıldı.
Örgüt üyeleri, çiftliklerinde büyüttükleri Salmonella bakterilerini, bölgedeki
dört restoranın salata barlarına yaymışlardı. 1995 yılında Tokyo metrosuna
“sarin” adı verilen kimyasal silahla düzenlenen saldırıysa, kamuoyunun
belleğinde yeni bir dönüm noktası oldu. Dünyaya, bu tür olayların yalnızca
Hollywood filmlerine özgü olmadığını bir kez daha anımsattı. Bu saldırıda 12
kişi öldü, 5500 kişi de yaralandı. Aynı grubun, biyolojik silahlar üzerinde de
çalıştığı ortaya çıkarıldı.
ABD’de 11 Eylül saldırılarıyla başlayan ve henüz kimler
tarafından gerçekleştirildiği bilinmeyen ya da açıklanmayan “mektuplarla”
hedeflerine ulaştırılan “şarbon terörü”nün bu güne dek gerçekleştirilmiş en
etkili ve sansasyonel biyolojik terör olaylarından olduğu söylenebilir. 11
Eylül sonrasında ABD’de mektupla gönderilen şarbon virüsü nedeniyle 23 kişi
hastalandı 5 kişi öldü.
Biyolojik silahların bugün neden bu kadar gündemde olduğu,
diğer silahlara üstünlük sağlayan şu özellikleriyle açıklanabilir :
- Bu mikroorganizmaların milyarlarcası ancak küçük bir paket
oluşturur ve bunları kullanmaya kararlı kişi hiçbir engele takılmadan
dolaşabilir.
- Biyolojik savaşta kullanılabilecek etkenlerin topraktan,
hasta insan veya hayvanlardan elde edilmesi ve üretimi çok zor değildir, hatta
dünyadaki 54 kültür koleksiyon merkezinin birinden satın alınması mümkündür.
- Biyolojik silahların hedef kitlelere yönelik uygulanması
kolaydır. Alçak uçan bir uçaktan tarım ilaçlaması yapar gibi bakterileri
şehirlerin üzerine püskürtme, kalabalık merkezlere bakteri içeren ampuller
atma, bazı bakterileri ya da toksinlerini sulara karıştırma gibi çok çeşitli
şekillerde ortama yayılması mümkün olabilir; mektupla bile gönderilebileceği
görülmüştür.
- Bu mikroorganizmalar ortama saçıldıktan sonra insan vücudu
gibi uygun bir ortam bulduklarında çoğalmaya başlarlar. Kullanıldıkça çoğalan
başka bir silah yoktur.
- Biyolojik silahların yol açtığı bazı enfeksiyonlar
insandan insana bulaşarak salgın oluşturur; bu şekilde silah hedef aldığından
çok daha büyük bir kitleyi etkilemiş olur.
- Bu silahlar hem mikroskobik, hem de bir kuluçka süresi
sonunda etkili olduğu için, bunlara maruz kalanlar, belirtiler ortaya çıkana
kadar, hedef olduklarının farkına varamazlar; bu arada salgın önlenemeden
yayılmış olur.
- Biyolojik silah maliyeti çok düşüktür. 1969’daki Birleşmiş
Milletler verilerine göre bir kilometrekarelik alanda konvansiyonel silah
kullanımı 2000 dolar, nükleer silah kullanımı 800 dolar, kimyasal silah
kullanımı 600 dolar, biyolojik silah kullanımı ise 1 dolar maliyet
getirmektedir. Bakteriler, virüsler, riketsialar, klamidyalar, mantarlar ve
toksinler biyolojik silah olarak kullanılmaktadır.
Bir biyolojik saldırı, bir bölgeyi birkaç saat ile birkaç
hafta boyunca kirletir ve birlikleri, harekatı son derece sınırlayan, koruyucu
elbise giymeye zorlar ve/veya koruyucu yan etkileri büyük ölçüde bilinmeyen
antidotlar almak zorunda bırakırlar.
Bu ajanların bazıları ölümcüldürler, diğerleri genellikle
kapasite düşürücü olarak kullanılırlar. Literatürde klasik tedavi yöntemlerinin
etki edemediği veya belli etnik gruplar üzerinde kullanılabilen genetik
mühendisliği ürünü ajanlardan bahsedilmektedir.
Bacillus Antraksis basilinin yol açtığı şarbon hastalığında
solunum yoluyla havadan alınan dayanıklı sporlar akciğerler içerisinde açılarak
çoğalmakta, başlangıçta soğuk algınlığı belirtileri ile kuluçka devresini
geçirerek kısa sürede öldürücü tablolar ile karşımıza çıkmaktadır.
Genetik mühendisliği öldürücülüğü artırmak için daha fazla
hastalık yapan veya zehir üreten genlerin geliştirilmesi için potansiyel
oluşturmuştur. Bu şekilde normal halinden 100 defa daha fazla hastalık yapan ve
zehir üreten hücreler elde edilmiştir.
Enfeksiyonu yayarken kararlılığı geliştirebilmek ancak
genetik olarak güçlendirilmiş ajanlarla mümkündür. Bu şekilde kurumaya,
ultraviyole ışınlarına, ısınmaya karşı patojenlerin dirençli olmaları sağlanır.
Biyolojik Silahlardan Korunma
Biyolojik silahlardan korunma birbiriyle bağlantılı dört
aşamadan oluşmaktadır:
1. Önleme
Biyolojik silahların kullanılmasını engellemek için çeşitli
çalışmalar yapılmaktadır. Uluslararası silahsızlanma ve teftiş rejimleri
biyolojik ajanların biyolojik savaş durumunda üretimini ve kullanımını
yasaklamaktadır. İstihbarat çalışmaları sonucunda potansiyel tehlikeler
belirlenerek gerekli önleyici tedbirler alınabilir. Doğal olarak ortaya çıkan
ajanlara karşı aşılama önemli bir tedbirdir, ancak genetik mühendisliği ile bu
aşıların etkisini sınırlayan ajanlar üretilmiştir.
2. Korunma
Biyolojik ajanlara karşı korunma yöntemleri sınırlıdır.
Koruyucu elbiseler , maskeler kısa süreli koruma sağlayabilirler. Bununla
beraber, şarbon gibi etkinliğini uzun süre koruyabilen kimi ajanlar için bu
tedbirler sadece ilk aşamada faydalı olabilirler.
3. Tedavi:
Tedavi yöntemleri enfeksiyon gelişen kişilerde maruz kalınan
ajanın belirlenebilmesine bağlıdır. Eğer belirlenemiyorsa geniş etkili yüksek
doz antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Ajanın tespiti durumunda ise duyarlı
antibiyotikler tercih edilerek tedaviye başlanmalıdır. Örneğin şarbon etkeni
tesbit edilmişse; her iki saatte bir , iki milyon ünite penisilin tedavisi
uygulanabilir. Zehirlere karşı uygun antidotlar varsa kullanılmalı, yoksa
destek tedavisi uygulanmalıdır.
4. Dekontaminasyon (Temizleme)
Zamanla dağılarak etkilerini kaybeden kimyasal silahların
tersine, biyolojik silahlar zaman geçtikçe etkilerini artırıp çoğalabilirler.
Şarbon toprakta en az kırk yıl aktif olarak kalır ve çevre şartlarına karşı
dirençlidir. Bu sebeple biyolojik savaş ajanlarının etkilerinin ortadan
kalkması yıllar alabilir.
Bugün yeryüzünde birçok ülkenin kimyasal ve biyolojik silah
programlarına sahip oldukları yönünde güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Bütün bu
programların “Savunma Programları” olarak adlandırıldıklarının altının
çizilmesi gerekir. Biyolojik silahların, büyük bir olasılıkla etkilerinin,
denetimindeki zorluklar yüzünden, savaşlarda etkin ve yaygın bir şekilde
kullanıl(a)mamış olduğu da bilinmekte. Buna karşılık her zaman bir tehdit aracı
olarak gündemde tutulmaktalar.
Kaynaklar
Cole, Leonard A., “The specter of biological weapons”.
Scientific American, Aralık 1996
“The poor man’s nukes”. Airforce Magazine, Mart 1998.
http://www.afa.org/magazine/0398po.html
Akova, M. , “Şarbon ve Biyolojik Silahlar”, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Iç Hastalıkları Anabilim Dalı, Infeksiyon
Hastalıkları Ünitesi
Erkmen , O. , “Biyolojik Silahlar - Biologic Weapons”.
http://www1.gantep.edu.tr/~erkmen/Doc/Biyolojik%20Silahlar.htm
Yazar : İlker UĞULU
Sayı : 17. Sayı (Ocak - Mart 2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder