Sayfalar

8 Mayıs 2012 Salı

KÜRESEL TEHDİT: BİYOLOJİK SİLAH


Biyolojik silahlar diğer canlılar üzerinde zararlı etkiler oluşturmak amacıyla kullanılan bakteri, virüs vb. bulaşıcı organizmalardır. Bu tanım genellikle biyolojik olarak elde edilen toksinleri ve zehirleri de kapsayacak şekilde genişletilir. Biyolojik savaş araçları, yaşayan mikroorganizmaları (bakteri, protozoa, riketsia, virüs ve mantar) içerdiği gibi bitkiler ve hayvanlar tarafından üretilen toksinleri (kimyasallar) de kapsar. Bazı araştırmacılar toksinleri kimyasal olarak kabul ederken, çoğunluğu 1972 Biyolojik Silahlar Konvansiyonunda da belirtildiği gibi biyolojik etken olarak kabul emektedir.
Biyolojik ve kimyasal silahların tüm dünyanın ilgisini çekmesi, orta yaşlılarımıza göre Iran-Irak Savaşı ile, daha genç olanlarımıza göreyse 11 Eylül saldırılarından sonra olmuş gibi görünse de bu silahların korkutucu etkisi I. Dünya Savaşı’ndaki acı deneyimlerle anlaşıldı. I. Dünya Savaşı biyolojik silahlarla ilgili yeni deneylerin yapılması için fırsatlar sundu; Stockholm’deki Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’ne (SIPRI) göre Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda karşı safta yer alan İtalya’da kolerayı, Rus cephesinde vebayı silah olarak kullandı.

I. Dünya Savaşı’nın ardından 1925’de imzalanan Cenevre Protokolü ile aralarında ABD’nin de bulunduğu 40 ülke, kimyasal ve biyolojik silahların yasaklanmasına imza attılar. Ancak çok geçmeden yaklaşan II. Dünya Savaşı’nın müstakbel tarafları anlaşmaları çiğnemekte sakınca görmedi. II. Dünya Savaşı sırasında 1939-1942 yılları arasında Japon kuvvetleri Mançurya’ da şarbon, veba, çiçek, ruam, kolera, kızıl, menenjit, tüberküloz, salmonellozis ve difteri gibi çeşitli enfeksiyon hastalıklarını esirler üzerinde deneyip, çok sayıda ölüme neden oldular. Aynı yıllarda İngilizler İskoçya açıklarındaki Gruinard adasında şarbonla çok sayıda deneme yapmışlar ve ada topraklarının takip eden 36 yıl boyunca şarbon sporları ile buluşmasına neden olmuşlardı. Adanın hastalıklardan arındırılmasına 1979 yılında başlandı ve 280 ton formaldehit kullanıldıktan sonra ancak 1987 yılında tam anlamıyla temizlenebildi.

Gerçekte, biyolojik silahların kullanıldığı terör eylemlerinin sayısı, bu güne kadar birkaç örnekle sınırlı kalmadı. Bu olayların biri, 1984 yılında, ABD’de Oregon’daki bir kasabadaki restoranlarda yemek yiyen 750 kişinin zehirlenmesiydi. Bu olaydan, o bölgede bulunan ve Oregon’un yerlileriyle çatışma içinde olan bir örgütün sorumlu olduğu ortaya çıkarıldı. Örgüt üyeleri, çiftliklerinde büyüttükleri Salmonella bakterilerini, bölgedeki dört restoranın salata barlarına yaymışlardı. 1995 yılında Tokyo metrosuna “sarin” adı verilen kimyasal silahla düzenlenen saldırıysa, kamuoyunun belleğinde yeni bir dönüm noktası oldu. Dünyaya, bu tür olayların yalnızca Hollywood filmlerine özgü olmadığını bir kez daha anımsattı. Bu saldırıda 12 kişi öldü, 5500 kişi de yaralandı. Aynı grubun, biyolojik silahlar üzerinde de çalıştığı ortaya çıkarıldı.
ABD’de 11 Eylül saldırılarıyla başlayan ve henüz kimler tarafından gerçekleştirildiği bilinmeyen ya da açıklanmayan “mektuplarla” hedeflerine ulaştırılan “şarbon terörü”nün bu güne dek gerçekleştirilmiş en etkili ve sansasyonel biyolojik terör olaylarından olduğu söylenebilir. 11 Eylül sonrasında ABD’de mektupla gönderilen şarbon virüsü nedeniyle 23 kişi hastalandı 5 kişi öldü.

Biyolojik silahların bugün neden bu kadar gündemde olduğu, diğer silahlara üstünlük sağlayan şu özellikleriyle açıklanabilir :
- Bu mikroorganizmaların milyarlarcası ancak küçük bir paket oluşturur ve bunları kullanmaya kararlı kişi hiçbir engele takılmadan dolaşabilir.
- Biyolojik savaşta kullanılabilecek etkenlerin topraktan, hasta insan veya hayvanlardan elde edilmesi ve üretimi çok zor değildir, hatta dünyadaki 54 kültür koleksiyon merkezinin birinden satın alınması mümkündür.
- Biyolojik silahların hedef kitlelere yönelik uygulanması kolaydır. Alçak uçan bir uçaktan tarım ilaçlaması yapar gibi bakterileri şehirlerin üzerine püskürtme, kalabalık merkezlere bakteri içeren ampuller atma, bazı bakterileri ya da toksinlerini sulara karıştırma gibi çok çeşitli şekillerde ortama yayılması mümkün olabilir; mektupla bile gönderilebileceği görülmüştür.

- Bu mikroorganizmalar ortama saçıldıktan sonra insan vücudu gibi uygun bir ortam bulduklarında çoğalmaya başlarlar. Kullanıldıkça çoğalan başka bir silah yoktur.

- Biyolojik silahların yol açtığı bazı enfeksiyonlar insandan insana bulaşarak salgın oluşturur; bu şekilde silah hedef aldığından çok daha büyük bir kitleyi etkilemiş olur.

- Bu silahlar hem mikroskobik, hem de bir kuluçka süresi sonunda etkili olduğu için, bunlara maruz kalanlar, belirtiler ortaya çıkana kadar, hedef olduklarının farkına varamazlar; bu arada salgın önlenemeden yayılmış olur.

- Biyolojik silah maliyeti çok düşüktür. 1969’daki Birleşmiş Milletler verilerine göre bir kilometrekarelik alanda konvansiyonel silah kullanımı 2000 dolar, nükleer silah kullanımı 800 dolar, kimyasal silah kullanımı 600 dolar, biyolojik silah kullanımı ise 1 dolar maliyet getirmektedir. Bakteriler, virüsler, riketsialar, klamidyalar, mantarlar ve toksinler biyolojik silah olarak kullanılmaktadır.

Bir biyolojik saldırı, bir bölgeyi birkaç saat ile birkaç hafta boyunca kirletir ve birlikleri, harekatı son derece sınırlayan, koruyucu elbise giymeye zorlar ve/veya koruyucu yan etkileri büyük ölçüde bilinmeyen antidotlar almak zorunda bırakırlar.

Bu ajanların bazıları ölümcüldürler, diğerleri genellikle kapasite düşürücü olarak kullanılırlar. Literatürde klasik tedavi yöntemlerinin etki edemediği veya belli etnik gruplar üzerinde kullanılabilen genetik mühendisliği ürünü ajanlardan bahsedilmektedir.

Bacillus Antraksis basilinin yol açtığı şarbon hastalığında solunum yoluyla havadan alınan dayanıklı sporlar akciğerler içerisinde açılarak çoğalmakta, başlangıçta soğuk algınlığı belirtileri ile kuluçka devresini geçirerek kısa sürede öldürücü tablolar ile karşımıza çıkmaktadır.
Genetik mühendisliği öldürücülüğü artırmak için daha fazla hastalık yapan veya zehir üreten genlerin geliştirilmesi için potansiyel oluşturmuştur. Bu şekilde normal halinden 100 defa daha fazla hastalık yapan ve zehir üreten hücreler elde edilmiştir.
Enfeksiyonu yayarken kararlılığı geliştirebilmek ancak genetik olarak güçlendirilmiş ajanlarla mümkündür. Bu şekilde kurumaya, ultraviyole ışınlarına, ısınmaya karşı patojenlerin dirençli olmaları sağlanır.

Biyolojik Silahlardan Korunma
Biyolojik silahlardan korunma birbiriyle bağlantılı dört aşamadan oluşmaktadır:
1. Önleme
Biyolojik silahların kullanılmasını engellemek için çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Uluslararası silahsızlanma ve teftiş rejimleri biyolojik ajanların biyolojik savaş durumunda üretimini ve kullanımını yasaklamaktadır. İstihbarat çalışmaları sonucunda potansiyel tehlikeler belirlenerek gerekli önleyici tedbirler alınabilir. Doğal olarak ortaya çıkan ajanlara karşı aşılama önemli bir tedbirdir, ancak genetik mühendisliği ile bu aşıların etkisini sınırlayan ajanlar üretilmiştir.

2. Korunma
Biyolojik ajanlara karşı korunma yöntemleri sınırlıdır. Koruyucu elbiseler , maskeler kısa süreli koruma sağlayabilirler. Bununla beraber, şarbon gibi etkinliğini uzun süre koruyabilen kimi ajanlar için bu tedbirler sadece ilk aşamada faydalı olabilirler.

3. Tedavi:
Tedavi yöntemleri enfeksiyon gelişen kişilerde maruz kalınan ajanın belirlenebilmesine bağlıdır. Eğer belirlenemiyorsa geniş etkili yüksek doz antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Ajanın tespiti durumunda ise duyarlı antibiyotikler tercih edilerek tedaviye başlanmalıdır. Örneğin şarbon etkeni tesbit edilmişse; her iki saatte bir , iki milyon ünite penisilin tedavisi uygulanabilir. Zehirlere karşı uygun antidotlar varsa kullanılmalı, yoksa destek tedavisi uygulanmalıdır.

4. Dekontaminasyon (Temizleme)
Zamanla dağılarak etkilerini kaybeden kimyasal silahların tersine, biyolojik silahlar zaman geçtikçe etkilerini artırıp çoğalabilirler. Şarbon toprakta en az kırk yıl aktif olarak kalır ve çevre şartlarına karşı dirençlidir. Bu sebeple biyolojik savaş ajanlarının etkilerinin ortadan kalkması yıllar alabilir.
Bugün yeryüzünde birçok ülkenin kimyasal ve biyolojik silah programlarına sahip oldukları yönünde güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Bütün bu programların “Savunma Programları” olarak adlandırıldıklarının altının çizilmesi gerekir. Biyolojik silahların, büyük bir olasılıkla etkilerinin, denetimindeki zorluklar yüzünden, savaşlarda etkin ve yaygın bir şekilde kullanıl(a)mamış olduğu da bilinmekte. Buna karşılık her zaman bir tehdit aracı olarak gündemde tutulmaktalar.

Kaynaklar
Cole, Leonard A., “The specter of biological weapons”. Scientific American, Aralık 1996
“The poor man’s nukes”. Airforce Magazine, Mart 1998. http://www.afa.org/magazine/0398po.html
Akova, M. , “Şarbon ve Biyolojik Silahlar”, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Iç Hastalıkları Anabilim Dalı, Infeksiyon Hastalıkları Ünitesi
Erkmen , O. , “Biyolojik Silahlar - Biologic Weapons”.
http://www1.gantep.edu.tr/~erkmen/Doc/Biyolojik%20Silahlar.htm


Yazar : İlker UĞULU   
Sayı : 17. Sayı (Ocak - Mart 2008)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder