Sayfalar

8 Mayıs 2012 Salı

BEN BİR MEŞE AĞACIYIM


Dallarım gökyüzüyle, köklerim toprağın derinliklerindeki gizli dünya ile arkadaş, gövdem sincaplara yuva, palamutlarım kargaların, yapraklarım hem toprağın hem de pek çok canlının en müstesna besin kaynağı, odunum ise siz insanoğlunun en değerli ısınma aracı. Evet tanıdınız değil mi? Ben hepinizin yakından bildiği ve hayatınızın bir döneminde mutlaka faydalandığınız meşe ağacıyım.

Bilimsel adımız Quercus sp.’dir. Biz, dünya geneline yayılmış 200’den fazla türü olan, kuzey yarım kürenin hemen hemen bütün ılıman bölgelerine dağılan çok önemli bir ağaç türüyüz. Türkiye’de de yaklaşık olarak 18 türümüz yayılış göstermektedir. Bunun yanında dış menşeli (ekzotik) türlerimizi de sayarsanız bu sayı 30’a ulaşmaktadır. Bu kadar türe sahip bir ağaç cinsinin bilimsel olarak sınıflandırılmasını kolaylaştırmak için bilim adamları bizi üç ana gruba ayırmışlardır. Ak meşeler, kırmızı meşeler ve herdem yeşil (yaprağını dökmeyen) meşeler. Ak meşe grubumuza ait meşe türlerinin yaprakları girintili çıkıntılı olup, girinti çıkıntıların uçları pürüzsüzdür. Bu grubumuzun palamutları tanen bakımından fakir olduğundan acı değildir. Bazı yörelerde tıpkı kestane gibi yenilmektedir. Kırmızı meşe grubumuza ait meşe türlerinin yapraklarındaki girinti çıkıntıların uçlarında ise kılçığımsı bir çıkıntı vardır. Yani yapraklarımıza bakarak bir meşenin hangi gruba ait olduğunu anlayabilirsiniz. Bu gruba ait meşelerin palamutları tanen bakımından zengin olduğundan tatları acıdır. Bu yüzden çok meraklı canlılar dışında pek tadına bakan olmaz. Herdem yeşil meşeler grubuna ait türlerimiz ise yaz kış yaprağını dökmezler. Bunların arasında en çok bilineni hepinizin kesme olarak adlandırdığı ve dikenli yaprakları olan kermes meşe-sidir. Bu türümüz aynı zamanda tüm meşe türleri arasında hemen hemen en kısa boya sahip meşe türüdür. Boyu çoğunlukla 3-5 metreyi geçmez. Oysa saplı meşe gibi boyu 40 metreyi bulan türlerimiz de ülkemizde yaygın olarak görülmektedir. Yine bir türümüze değinmeden geçemeyeceğim. Bilimsel adı Quercus cerris olan ve 25-30 metreye kadar boylanabilen bu türümüz saçlı meşe veya Türk meşesi olarak adlandırılmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere ülkemize ait bir meşe türüdür. Saçlı meşe denmesinin sebebi palamut kadehinin üzerindeki saça benzer uzantılardır.

Biz yöresel olarak meşe, eğrelti, mazı, kesme gibi değişik adlarla da anılırız. Mazı dedim de aklıma geldi. Şimdilerde yaşı 35’in üzerinde olan ve çocukluk dönemlerini ormanlık köylerde geçirenler mazıyı mutlaka hatırlayacaklardır. Hani meşe ağacının üzerinde sarı-yeşil renkte kozalağımsı bir madde (mazı) oluşur ve onu toplamak için her türlü düşme tehlikesini göze alarak ağaca çıkardınız. Bin bir zahmetle ele geçirdiğiniz mazıyı şalvarlarınızın cebine indirir sonra onunla kendi aranızda misket oynar, biraz birikince de aktarlara satardınız*. Mazı aslında meşe ağacının genetik yapısına ait bir parça değildir. Bir nevi ur diyebiliriz ona. Mazı arısı haziran-temmuz aylarında mazı meşesi olarak adlandırılan türümüzün tomurcuklarına yumurtalarını bırakır. Bu tomurcuklar da zamanla ağacın tepki vermesi sonucu tanen bakımından oldukça zengin olan ve boya, dericilik gibi alanlarda kullanılan mazıya dönüşür. Kimya sanayindeki hızlı gelişmeler mazının kullanım alanını sınırlasa da ondan tam olarak vazgeçilememiştir. Günümüz insanlarının bir kısmının, kullandığı ürünlerin organik olmasını tercih etmeye başlaması tahmin ediyorum mazının kullanım alanını genişletecektir.

Meşe denince hepinizin aklına öncelikle, ağır ağır yanan ve çevresine yaydığı kömüre eşdeğer ısı enerjisiyle kış aylarının vazgeçilmez yakacağı olan meşe odunu geliyor değil mi? Gerçek-ten de kömürün ısınmadaki rolünün gittikçe artması ve alternatif ısınma araçlarının geliştirilmesine rağmen insanoğlu yakacak olarak meşe odunu kullanmaktan vazgeçememektedir. Özellikle kırsal yerleşim yerlerinde her kış sayısız meşe ağacı ısınma gerekçesiyle kesilmektedir. Ancak odunumuzun ısınma amacıyla belli oranda kullanılması bizi memnun etse de meşe ormanlarını yok edecek derecede aşırı kesim yapılması karşısında her yıl biraz daha telaş etmekteyiz. O nedenle yaşam sürelerinin bir kısmını özellikle meşe ağaçlarının kesilmesine ayıran bazı insanlara seslenmek istiyorum. Meşe ağaçlarının tabiatta sizler tarafından bir kısmı fark edilen bir kısmı fark edilmeyen pek çok görevi vardır. Sizin açınızdan bakıldığında bizim yaratılış gayemiz, öncelikle insanoğlunun ısınma gereksinimini karşılamak ve günlük yaşamında ihtiyaç duyduğu eşyaların yapımına hammadde olmaktır. Ama hepinizin dikkatini çekmektedir sanırım. Türkiye’nin meşe ormanları gittikçe azalmakta, azalmadığı yerlerde ise verimli meşelikler bozuk meşelikler haline gelmektedir. Bu durumun müsebbiplerinin kim olduğu araştırıldığında herhalde bizler olmadığı görülecektir. Meşe ormanlarının azalmasının sebebi bizlerin bir kısım insanlar tarafından plansız, programsız ve hoyratça kesilerek yakacak veya yapacak amacıyla kullanılmamızdır. Oysa bilinçli şekilde faydalanıldığında sonsuza kadar sizlerin hizmetinde olacak bizler, şimdilerde kara kara düşünüyoruz. Acaba kaç yıl ömrümüz kaldı diye. Aşırı kesilmemiz yetmezmiş gibi bir de bazı bölgelerimizde yapraklarımızdan hayvan yemi olarak faydalanmak amacıyla dallarımız neredeyse kalmayacak derecede budanmaktadır. Oysa büyümemiz için bizim onlara ihtiyacımız var. Lütfen bizi bu topraklardan yok edecek eylemlerden kaçının. Hem söyler misiniz, ülkemiz nüfusunun her yıl biraz daha arttığı bir dönemde her geçen yıl gittikçe azalan sayımızla sizlere nasıl hizmet etmemizi bekliyorsunuz? Üstelik bizim faydamız yukarıda da değindiğim gibi sadece sizler tarafından yakacak ve yapacak olarak kullanılmak değildir. Aşağıda sıralayacağım faydalarımızı duyduğunuzda herhalde bir şeyleri yanlış yaptığınızı anlayacaksınız. Unutmadan bir şeyi daha hatırlatayım. Atmosferdeki sera gazlarının tehlikeli bir orana yükselmesi, pek çok ülkeyi telaşlandırmış ve atmosfere salınan karbon emisyonunun azaltılması için Kyoto Protokolü çerçevesinde çeşitli tedbirler alınmaya başlanmıştır. Bu tedbirlerin bir tanesi de ısınma amacıyla odun hammaddesinden daha fazla yararlanmak, aynı zamanda yenilenebilir doğal kaynaklar arasında yer alan orman alanlarını dünya genelinde artırmaktır. Diyebilirim ki bize her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacağınız günler pek yakındır.

Meşe ağaçlarının kökleri toprağı sımsıkı tutarak erozyona engel olur. Özellikle kermes meşesi kısacık boyunun aksine toprağın derinliklerine kadar uzanan geniş kök yapısıyla bu konuda bir adım öne çıkmaktadır. Bu türümüz aynı zamanda Akdeniz bölgesinin tipik bitki topluluğu olan makinin önemli bir öğesidir. Yapraklarımız hem oksijen üretim merkezi hem de karbon yutağı vazifesi görmektedir. Mantar meşesi denilen ilginç bir türümüz daha vardır. Bu türümüzün gövdesi zamanla kalın bir mantar tabakasıyla kaplanır. Bu tabaka belli periyotlarla kesilerek mantar elde edilir. Bu mantarlar şişe tıpası, bardak altlığı gibi çeşitli alanlarda kullanılır. Bazı meşe türlerimiz 1,5-2 m çapa ve 35-40 m boya ulaşabilir. Bu tür meşeler çoğunlukla mobilya sanayinde ince tabakalar halinde soyularak kaplamalık olarak kullanılır.

Nasıl çoğaldığımıza gelince; meşe ağaçları bütün yapraklı türlerde olduğu gibi kök ve gövdelerinden sürgün verme kabiliyetindedir. Bu özelliğimiz sebebiyle gövdemiz kesilse de köklerimizden yeniden sürgün vererek hayatımızı devam ettiririz. Ancak bu yeni sürgün çok hassas olup belli bir süre hayvan baskısından uzak kalmalıdır. Aksi halde her yıl çıkan sürgünü zarar gören meşe, topraktan yıllarca başını kaldıramayacaktır. Diğer bir çoğalma şeklimiz ise, hepinizin bildiği gibi palamutlarımız sayesindedir. Palamutlarımız toprağa düştükten sonra şartlar uygun hale geldiği anda çimlenmeye başlar. Palamutlarımız ağır olduğundan dolayı rüzgarla uzaklara taşınma ihtimali yoktur. O nedenle tohumlarımız çoğunlukla bizden fazla uzaklaşamazlar, hatta bir kısmı gölgemizde kalıp güneş ışığı almadıklarından dolayı çimlenemezler. Bu durumda şöyle bir soru aklınıza gelebilir. Dağlarda herhangi bir açık alanda meşe ormanı doğal olarak meydana gelebilir mi? Bu soruya cevabım evet olacaktır. Öncelikle belirtmem gerekirse ülkemizde her yıl ağaçsız alanlara insan eliyle milyonlarca meşe palamudu ekilmektedir. Bunun haricinde bizim bir de doğal yardımcılarımız vardır. Kim mi bu yardımcılarımız? Tabii ki kargalar. Bu kuşlar bizim palamutlarımızı severek yemektedirler. Ancak bir yandan karınlarını doyururken bir yandan da topladıkları palamutların bir kısmını sadece kendilerinin bulabileceği topraklı alanlara gömerler. Kışın zor şartlarında sakladıkları palamutların bir kısmını yiyerek hayatta kalmaya çalışırlar. Yeme-dikleri palamutlar ise baharla birlikte çimlenmeye başlar. Kimileri, kargaların yemeyip toprakta bıraktığı palamutları, gömdüğü yeri bulamadığı şeklinde yorumlayıp bu zavallı hayvanlara aptal lakabını yakıştırmaktadırlar. Ancak, yapılan araştırmalar göstermiştir ki; kargalar meşe ağaçlarının sayısının artmasına yol açacak şekilde bazı tohumlarımızı toprakta bırakıp çimlenmesini sağlamaktadır. O yüzden bu kuşlar kesinlikle aptal yakıştırmasını hak etmemektedirler.

Sözlerimi şu cümleler ile bitirmek istiyorum. Doğada yaratılan her varlık ekolojik dengenin temel bir unsurudur. Zincirin halkalarından birinin zayıf düşmesi veya yok olması bu dengenin bozulmasına yol açacaktır. Bozulan ekolojik denge ise insan yaşamında pek çok olumsuzluğa sebep olacaktır. Nitekim günümüzde doğal dengenin bozulmasının ne gibi sonuçlara yol açtığı açıkça görülmektedir. Meşe ormanlarından sürdürülebilirlik prensibi ile gelecek kuşakların da haklarını gözeterek faydalanılması, bozulan doğal dengenin tedavi sürecinde önemli bir adım olacaktır.

* Çocukluğumda zaman zaman yaz aylarında şimdiki ismi Kale kasabası olan Kahramanmaraş’ın Karataş köyünün güneyindeki Yavşan mevkiinde bulunan dedemin dağ evinde birkaç hafta geçirirdik. Evin etrafı tamamen meşe ağaçlarıyla kaplıydı. Kardeşlerim ve kuzenlerimle ayrı bir dünyada yaşıyor hissine kapıldığımız bu ıssız yerde en büyük eğlencemiz meşelerin dalları üzerinde bulunan mazıları toplayıp kendi aramızda onunla kurgulanmış oyunlar oynamaktı. Sonra büyüdüm ve tercihimde mazının etkisi oldu mu bilmiyorum ama, meslek olarak orman mühendisliğini seçtim. Aradan bu kadar yıl geçti, hala bir ağaç üzerinde mazı görürsem içimi çocukça bir sevinç kaplar.

Yazar : Yakup KALAYLI   
Sayı : 30. Sayı (Nisan - Haziran 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder