EUBACTERIA'NIN
SİSTEMATİĞİ
Eubakteriyal
evrim konusunda tam bir fikir birliği yoktur ve bu nedenle de bu organizma
grubunun sınıflandı rılması ile ilgili tek bir görüş bulunmamaktadır. Sekans
analizleri uygulandığı zaman kısmi bir çözüm oluşmaktadır. Bu bilgiler, hücre
duvarı yapısı, klorofıl tipi ve metabolik yollardan elde edilenler ile birleştirildiğinde
altı divizyo ortaya çıkmaktadır.
Bunlar
arasında istisnai olarak hücre duvarı olmayan ve parazitik yaşayan mikoplazma
dikkat çekmektedir. Hücre duvarı olmamasına karşın Gram Çözeltisi ile tepkimeye
girmekte ve hücre duvarına sahip Gram-pozitif bakteriler içerisinde
incelenmektedirler. Gram-pozitif bakteriler içerisinde iki önemli grup daha
vardır; Klostritler ve Aktinomisetler. Eubakterler içerisinde incelenen diğer
beş divizyo ise Gram-negatiftir.
Gram-negatif
bakterilerin bir divisiosu olan sipiroketler iç yapılarının mikrotübüllere
benzemesi ile eşsizdirler. Sipiroketler elektron yükseltici olarak NAD yerine
NADP kullanmaları nedeniyle prokolorofıtler, siyanobakteriler ve yeşil sülfür
bakterileri ile birlikte incelenmektedirler.
Bu değinilen
üç gruptaki organizmalar ve mor bakterilerin pek çoğu fotosentetiktir. Yeşil
sülfür bakterilerinde klorofil a'ya benzer bir klorofil tipi bulunur ancak
bunlar anaerobiktir ve elektron kaynağı olarak da H20 yerine H2S'i kullanırlar.
Sianobakterilerde ise klorofil a vardır, bunlar aerobiktir ve elektron
kaynakları sudur.
Proklorofitler
ise aerobiktir; tıpkı bitkilerde olduğu gibi hem klorofil a hem de b'ye
sahiptirler.
Sonuncu ve
en geniş divisio ise NAD kullanan mor bakterilerdir. Fotosentetik formlarında
bakteriyoklorofil adı verilen bir pigment bulunur, bazıları aerobiktir ve
solunumları nda elektron alıcısı olarak oksijeni kullanı rlar (mor sülfür
olmayan grup ve oksijen uygun olduğunda rhodopseudomonatlar), bazıları da (mor
sülfür grubu) anaerobiktir ve elektron verici olarak H2S ya da başka bileşikleri
kullanırlar.
Desülfovibriobakteriler,
kemotrofiktir ve sülfürü indirgeyerek enerji elde ederler. Mor bakteriler
içerisinde iki alt sınıf daha vardır. Bunlar hücre içi parazit olan
riketsiyalar ve üzerinde kayıp yol alabileceği yapıları üreten
miksobakterilerdir.
ANATOMI
Siyanobakteriler
dışındaki tüm bakteriler (uzun dönem yanlış olarak alg sanılmışlardı, bugün
bile hala mavi-yeşil algler olarak bilinirler) çok hücreli bitki ve hayvanların
vücutlarındaki hücrelerden çok daha küçük boyuttadırlar. Dahası mikoplazmalar,
riketsiyalar ve bazı aktinomisetler gibi bazı bakteriler büyük virüslerle aşağı
yukarı aynı boyuttadırlar. Ancak en küçük moneranlar bile hücresel oldukları için
virüslerden oldukça farklıdırlar. Virüsler RNA ya da DNA'dan yalnız birine
sahipken bakterilerde her ikisi birden bulunur; virüslerde ribozomlar bulunmaz
bakterilerde bulunur; her zaman bütünleştirilmiş multienzim sistemleri vardır
ancak virüslerde sıklıkla bireysel enzim çeşitleri bulunur; bazı hücre içi
parazitler dışında bakterilerin tamamı pek çok organik bileşiği sentezlemek
için ATP oluşturabilirken, virüsler bunu yapamaz; yine bakteriler üreme için
gerekli tüm metabolik oluşumlara sahipken virüslerde bu görülmez.
Hücre duvarı Bitki hücrelerinde olduğu gibi pek
çok eubakteriyal hücrede de ozmotik karışıklığın neden olduğu fiziksel
zararlardan korunmak için hücreler bir duvar ile çevrelenmiştir. Ancak
bakterilerdeki hücre duvarının yapısı bitkilerden oldukça farklıdır. Ökaryotik hücre
duvarlarının gergin yapıları selüloz ve benzeri bileşiklerden
kaynaklanırken
(ya da funguslarda kitinden) eubakterilerde duvar amino asitlerin kısa kovalent
bağlarla çarpraz olarak bağlandıkları polisakkaritlerin büyük polimerlerinden
oluşan peptidoglukandan (ya da diğer adıyla murein) oluşmaktadı r. Bu
peptidoglukan yapının temel hammaddesi archaebakteriler ve ökaryotik hücre
duvarlarında bulunmayan muramik asitten oluşmuştur. Gram-pozitif bakterilerde duvar
kalı n ve gösterişli iken, gram-negatiflerde ince ve lipopolisakkaritten oluşmuş
bir dış zar ile kaplıdır. Okaryotik hücreler ile eubakteriyal hücreler arasında
kimyasal kompozisyondaki bu temel farklı lı k, penisilin gibi ilaçların seçici
özelliklerinin
oluşmasını
sağlar. Bitki ve hayvanlara toksik olmayan penisilin, peptidoglukan yapının
düzenlenmesini inhibe ederek gram-pozitif bakterilerin çoğalmasına zarar verdiğinden
pek çok eubakterinin büyümesine engel olur.
Mikoplazmalari
yalnızca bitki ve hayvanlarda parazit olarak yaşayabilirler, bu nedenle mekanik
olarak kuvvetli bir hücre duvarının yokluğu onlar için öldürücü bir faktör değildir.
Mikoplazmalar bilinen en küçük hücresel organizmalardır. Bu durum yalnızca ışık
mikroskobunda görülme dereceleri ile ilgili değildir, bunlarda aynı zamanda diğer
moneranlarda bulunanın yaklaşı k yarısı kadar DNA vardır.
DNA'nın
bilgi içeriği hücrenin en yaşamsal metabolik olaylarını ancak düzenleyebilecek
kadardır. Pek çok mikoplazma insanlarda etkenidir.
Bir çok
eubakteriyel hücre dış yüzeyde toplanıp birikerek bir kapsül meydana getirecek sümüksü
maddeler salgılarlar (bunlar genellikle polisakkarit yapısındadır). Kapsül yapısı
konak hücrenin tepkisine karşı oldukça etkili bir korunum sağlar ve kapsül oluşturan
bakteri türleri oluşturmayanlara göre daha fazla oranda hastalığın
etkenidirler.
Bazı Eubacteria
(çoğunlukla çubuk şeklinde olanlar) türleri normal aktif bir hücreyi çabucak
öldürebilecek farklı çevre koşullarında yaşamalarını sağlayan ve endospor adı verilen özel bazı durgun
hücreler oluşturabilirler. Her bir küçük endospor vegetatif bir hücre
içerisinde gelişir ve DNA ile birlikte çok az miktarda genetik materyal
içerirler. Bu yapı tahrip edilemeyecek kadar sağlam bir kılıf içerisine alınır.
Endospor bir kez tamamen geliştiğinde oluşturduğu vegetatif hücre yok olur. Çok
düşük oranda su içermeleri ve yansı tıcı kılıfları nedeniyle pek çok türün
sporları sıcak bir fı rında ya da kaynar suda bir saatten fazla canlı kalabilirler.
Yine çok uzun yıllar
hatta yüzyıllar
boyunca donmuş bir biçimde zarar görmeden canlılıklarını koruyabilirler.
Kurumaya karşı son derece dirençlidirler. Ve pek çok kuvvetli çözücü içerisinde
zarar görmeden kalabilirler. Ortam koşulları yeniden uygun hale geldiğinde bu
sporlar gelişir ve büyüyüp bölünebilen normal bir vegetatif hücre oluşturabilirler.
ÜREME
Daha önce
bahsedildiği gibi her ne kadar Monera üyelerinde zarla çevrili bir çekirdek
bulunmamaktaysa da elektronmikroskobu ile yapılan çalışmalar, bakterilerde
nukleoyit adı verilen ve çift sarmal DNA'dan oluşmuş tek bir halkasal kromozom
sekansı biçiminde dizilmiş genlerin toplandığı merkezi bir alanın bulunduğu
tespit edilmiştir.
Tek bir
kromozom uzunluğunun hücrenin kendisinin uzunluğundan yaklaşık 1000 kat daha
fazla olabilmesi oldukça ilginçtir. Pek çok bakteri binari-füzyon adı verilen
ve mitoz olmadan iki eşit kardeş hücrenin oluştuğu özel bir tip hücre bölünmesi
ile çoğalır. Bir bakteri füzyona girdiğinde, her kardeş hücre tam bir gen takımına
sahip bütün bir kromozoma sahip olur. Hücre zarına tutunmuş olan DNA replike
olur ve bunlar birbirinden ayrılarak sitoplazma bölünmeden önce farklı çekirdek
alanlarına giderler.
Plazma zarı
içeri doğru büyüyünce bu iki çekirdekli hücre bölünerek her birinin kendi
nukleoyiti olan iki kardeş hücre oluşur. Pek çok moneranda mezozom adı verilen
plazma zarının içeriye doğru kıvrılması ile oluşan bir bölüm, bölünme öncesi
görülür. Bu yapının bölünme sırasında ne gibi bir işlevi olduğu henüz
bilinmemektedir.
Binari-füzyon'un
daha gelişmiş bir biçimi Myxobacteria'da görülür.
Bunlarda
bölünme sonrası daha gelişmiş sporlar meydana gelir. Gelecek bölümde hücresel cıvık
küfleri izlerken özel bir tip üreme şeklini inceleyeceğiz. Bakteriler genel
olarak olağanüstü üreme yeteneğine sahiptirler.
Uygun koşullarda
pek çok tür 20 dakikada bir bölünür. Böyle bir durumda başka bir etken olmazsa
altı saat içerisinde 500.000 yeni birey oluşur ve 24 saat içerisinde bunları n
ağırlığı yaklaşı k 2.000 kg.'ı bulur.
Ancak bu
durum ortaya çıkmaz; fakat yine de durumun bu ciddiyette olması, neden bazı hastalıkların
çok hızlı geliştiğini açı klamaktadır.
Pek az
bakteride çoğalma eşeysizdir ve genetik rekombinasyon ortaya çı kmaz. 10.
Bölümde görüldüğü gibi rekombinasyonun üç tipi vardır; konjugasyonda bir kısım
kromozom verici bir hücl'eden alıcı bir hücreye aktarılır; transformasyonda
canlı bir hücre ölü bir hücreden DNA parçacıklarını alır ve transdüksiyonda DNA
parçaları bir hücreden diğerine virüsler aracı lığıyla iletilir. Eğer haployit normal
bir bakteri hücresi bu işlemlerden herhangi biri ile fazladan DNA alırsa kısmi
diployit hale gelir (genellikle bir kısmı böyledir, zira
bir
hücrenin fazladan kromozom alması oldukça nadirdir).
BESLENME
Bakterilerin
çoğu heterotrof ve aerobiktir; ayrıca çürükçül ya da paraziter olabilirler.
Hayvanlara benzer olarak moleküler oksijen, karbonhidrat ve diğer besin
maddelerini karbondioksit ve suyu parçalamak için kullanırlar. Aerobik solunum
hücre zarında ve onun invaginasyonlarında yerleşmiş elektron-transport
sisteminin yardımıyla
gerçekleşir.
Daha önce anlatıldığı gibi aerobik mor bakteriler döngüsel fotofosforilasyonun
kaybedilmesi ile ökaryotik mitokondrinin kaynağı olabilir.
Enerjiyi
fermentasyondan sağlayan bakteriler için ise moleküler oksijen öldürücüdür. Bu
bakterilere zorunlu anaeroblar denir. En tehlikeli besin zehirlenmelerine
(botulizm) neden olan Clostridium botulinum zorunlu anaeroblara örnek
verilebilir.
Fakültatif
anaeroblar denilen diğerleri ise moleküler oksijenin varlığında ya da yokluğunda
yaşayabilirler. Bazı fakültatif anaeroblar ise oksijenden etkilenmezler,
oksijenin varlığına ya da yokluğuna aldırmadan gerekli tüm enerjilerini
fermentasyondan sağlarlar, bazıları ise oksijensiz koşullarda fermentasyon
yaparken oksijenli ortamlarda solunum ile gerekli enerjiyi sağlarlar (Krebs
döngüsü ve elektron taşıma sistemi ile). Bu bakteriler böylesi koşullarda daha
hızlı büyüme gösterirler. Solunum, fermentasyondan çok daha fazla enerji sağlayan
bir süreçtir. Bazı fakültatif anaeroblar oksijen yokluğunda fermentasyon
yapmazlar ve inorganik maddeleri (nitratlar, sülfatlar ya da karbonatlar gibi)
oksijen yerine elektron alıcısı olarak kullanarak solunum yaparlar. Laktik ve
alkolik fermentasyon gibi canlılarda sıkça görülen tiplerinin yanında (bkz.
Bölüm 6) bakterilerde on farklı biçimde fermentasyon şekli görülür. Bunların
ürünleri arasında asetik asit, bütilen glikol, bütirik asit ve propionik asit
sayılabilir. Bu fermentasyon tipleri farklı olmakla birlikte hepsi ortak olarak
organik molekülleri
son
elektron alıcısı olarak kullanırlar. Fermantasyon sonuçunda fosforilasyon ile
ATP oluşturulur.
Bakteriler
içerdikleri özgül amino asitler ve vitaminler ile enerji kaynağı olarak kullandıkları
molekül kaynakları bakımından farklılık gösterirler. Bu özellikleri bilinmeyen
bakterilerin karakterlerini belirlemede araştırıcılara çok yardımcı olmaktadır.
Teşhisi yapılacak organizmalar özel besi yerlerine yerleştirilir ve sabit sıcaklıklarda
saklanır. Bunların besi yerlerinde üreyip ürememelerini kontrol ederek ve geliştiklerinde
de renk, yapı ve diğer karakterlerini inceleyerek bilinen türlerden ayrılan
özelliklerini belir-leme yöntemi ile gruplar düzeyinde ya da mümkün olursa
türler olarak ayrılmalarına gayret edilmektedir.
FOTOSENTEZ
Daha önce
belirtildiği gibi eubakterlerin çoğu kemoheterotroftur yani bunlar organik bileşiklerden
enerji ve karbon almak zorunda olan parazit ya da ayrıştırıcılardır. Diğer
bakteriler ise kemoototrofturlar; inorganik bileşiklerden enerji sağlarlar
ancak organik molekül yapabilmek için karbondioksit fikse ederler. Böylesi
kemosentetik bakteriler amonyak, nitrit, kükürt, hidrojen gazı ya da demir gibi
inorganik bileşikleri okside ederek ortaya çıkan enerjiyi hapsederler. Amonyak
ve nitrit okside eden bakteriler nitrifiye bakteriler olarak
bilinirler
ve azot döngüsünde son derece önemlidirler.
Çok değişik
fotosentetik bakteri türleri vardı r. Çok az bir kısmı fotoheterotroftur yani ışıkta
enerji elde ederler ancak karbon fikse edemezler, sonuç olarak organik bileşik
"yemek" zorundadırlar. Fotototroflar daha çok rastlanılan türlerdir
ve birbirlerinden taşıdıkları klorofil tipleri ile ayrılırlar. Yeşil sülfür ve
mor bakteriler (her ikisi de eubakteridir) yüksek bitkilerdeki klorofil a'yı taşımazlar.
Ve yine evrimli bitkilerin tersine her ikisi de elektron alıcısı olarak suyu
kullanmadıkları gibi moleküler oksijeni de oluşturmazlar. Ayrıca bu iki bakteri
grubu için fotosentez anaerobik bir olaydır ve aerobik tepkimelerin kaçınılmaz
ürünü olan hidrojen peroksit (H202) nedeniyle oksijen
varlığında gerçekleşemez. Bakteri türüne özgü olarak değişmekle birlikte NADP'nin
redüksiyonu için gerekli elektron (ve hidrojen) kaynağı moleküler hidrojen,
indirgenmiş sülfür bileşikleri
(H2S gibi)
ya da organik bileşiklerdir; ancak bu maddenin oksidasyonu ışığa bağlı olmaksızın
gerçekleşir. Zira bu fotosentetik bakterilerde yalnızca fotosistem I
bulunmaktadır (ve bu yalnızca döngüsel fotofosforilasyona
girebilir).
Bu bakterilerde fotosistem II bulunmaz.
Anaerobik
bakterilerdeki ışık-alma olayında görevli pigment ve enzimler kromotofor adı
verilen ve mor ve yeşil sülfür bakterilerinde farklı biçimleri bulunan, vezikül
ve zarımsı lamellerden oluşmuş organel benzeri yapılarda yerleşmiştir.
Kromotoforlar kloroplasta benzetilebilecek zarla çevrili yapılar değillerdir.
Ayrıca bitkilerde kloroplastların stromasında meydana gelen fotosentezin
"karanlık" tepkimeleri yani Calvin Döngüsü yolu ile karbon fiksasyonu
için gerekli enzimler bakteriyel hücrenin sitoplazmasındadır.
Fotosentetik
bakteriler arasında en önemlileri siyanobakterilerdir. Bütün siyanobakterilerde
fotosentetik pigmentler tilakoyit adı verilen zar veziküller içerisindedir. Bu
yapı lar fotosen tetik yeşil ve mor bakterilerdeki kromotoforlara benzerler ve
tıpkı onlardaki gibi kloroplastlar içerisinde bulunmazlar. Siyanobakterilerde tıpkı
evrimli bakterilerde olduğu gibi klorofil a pigmenti bulunur ve yine tıpkı
bitkilerde olduğu gibi siyanobakterilerde fotosentez sonucunda moleküler
oksijen oluştururlar. Siyanobakteriler iki, üç milyon yıl kadar önce oksijeni
atmosferin oluşmasına büyük katkı sağlamışlardır. Yine endosimbiyotik hipoteze
göre siyanobakteriler ökaryotik kloroplastların kökenini oluşturmuşlardır. Klorofil
ve çeşitli karotenoyitlere ek olarak bu organizmalar phycocyanin (mavi bir pigment) ve bazen de phycoeritrin (kırmızı bir
pigment) taşıyabilirler. Phycocyanin ve klorofilin aynı organizmada bulunması bu
bakterilere ismini veren mavi-yeşil rengin oluşmasını
sağlar.
Aslı nda tüm "mavi-yeşil algler" mavi-yeşil olmayabilir, bazıları siyah,
kahverengi, sarı, kırmızı, çimen yeşili renktedir. Kızıldeniz'in periyodik kızıllığı
yüksek oranda fikoeritrin içeren bir bakteri türü nedeniyledir.
Fotosentetik
eubakterilerin yeni türlerinden biri 1976 yılında Scripps Osenoloji
Enstitüsü'nden R. A. Lewis tarafından
bulunmuştur.
İlk bakışta
parlak yeşil renginden dolayı siyanobakteri olduğu sanılan bu prokaryotik
organizma detaylı olarak incelendiğinde pigment sisteminin oldukça farklı olduğu
anlaşılmıştır. Siyanobakterilerde yalnızca klorofil a bulunmasına karşın
bu türde hem a hem de b klorofilin varlığı tespit edilmiştir. Ayrıca
ek pigmentlerin yüksek bitkilerde olduğu gibi karotenoyitler ile sını rlı olduğu
ve siyanobakterilerin tipik özelliği olan kırmızı ve mavi pigmentlere de sahip
olmadığı saptanmıştır. Daha sonra bu organizmalar Lewis tarafından
Pochlorophyta
(ya da
Chloroxybacteria) olarak isimlendirilmiştir. Bu bakterilerin pigment sistemlerinin
hem siyanobakterilere hem de evrimli bitkilere benzemesi nedeniyle ökaryotik
kloroplastların kökenini oluşturdukları düşünülmektedir.
AZOT
FİKSASYONU
Pek çok
siyanobakterinin ve bazı anaerobik bakterilerin (bunlar arasında az miktarda oksijene
toleranslı olan mikroaerobik türler de sayılabilir) en önemli özelliklerinden
biri de bunların atmosferik azotu (N2) fikse edebilmeleridir. Bu olay
nitrogenaz adı verilen ve yalnızca anaerobik koşullarda işlev görebilen bir
enzimin varlığına bağlıdır. Oksijen, nitrogenazın aktivitesini inhibe etmekle
kalmaz aynı zamanda bu enzimin dönüşümsüz olarak hasar görmesine neden olur.
Ancak mikro anaerobik türler genellikle bitki köklerinde simbiyotik olarak yaşarlar.
Bu ilişkide konak bitki bakterinin, N2 yi NH3'e (amonyak) dönüştürerek oksijeni
tutabilen hemoglobin benzeri kimyasallar oluşturmasını sağlayacak yüksek
enerjili bileşikleri sağlar.
Diğer
türler şelülozu fermente ederler. Ancak siyanobakteriler oksijen oluşturan ve
fotosentez yapan organizmalar olmasına karşın azotu nasıl fikse
edebilmektedirler?
N,
fiksasyonu yapabilen siyanobakteri türleri, birkaç istisnanın dışında filament
biçimindedir ve heterosist adı verilen az sayıda özelleşmiş hücre ile N2
fiksasyonu yaparlar. Heterosist, hücre duvarı oldukça kalın olan bir hücredir.
Oksijen bu duvardan geçememekte ve nitrogenaz enzimi çalışabilmektedir.
Anaerobik koşullara
uymak için
bu heterosistler aynı zamanda önemli bir uyumla fotosistem II'lerini yitirmişlerdir.
Yalnızca fotosistem I'i kullanarak heterosistler ışıkta ATP üretebilmekte ancak
karbonhidrat için komşu hücrelere gereksinme duymaktadırlar. Heterosistler
fikse edilen azotu filamentin diğer hücrelerine gönderirler. Heterosistler
azotun -bol olduğu çevre koşullarında çok fazla gelişmezken, fikse azot azlığında
gelişirler.
Siyanobakteriler
ile azot fiksasyonu, heterosistler, %10'dan daha az serbest oksijen bulunan
yerlerde olduğu zaman en iyi biçimde gerçekleşir. Daha yüksek konsantrasyonlarda
oksijen heterosistten sızmakta ve nitrogenazı durdurmaktadır. Bu arada oksijen
konsantrasyonu % 10'un üzerine çıktığında siyanobakterilerde fotosentez de inhibe
olmaktadır. Siyanobakteriler belki de Silüriyen öncesi dönemlerde oksijen kıtlığı
olan ilkin atmosfer koşullarından gelen canlılar oldukları için düşük oksijen
konsantrasyonlarında daha iyi gelişim
göstermektedirler.
Bu düşünceyi destekleyen bir başka bulgu da heterosist ve normal olarak
nitrogenaz oluşturmayan türlerde nitrogenazı kodlayan genlerin varlığının
saptanmış olmasıdır. Bu türler enzimi
sentezleyebilir
ve koşullar anaerobik olduğunda N2 fikse edebilirler.
Siyanobakteriler
güneş enerjisini alabilir ve hem CO2'i hem de N2'i fikse edebilirler. Ayrıca
besin ağında çok önemli bir halkadırlar ve okyanus ile göllerin
derinliklerinde, kayaları n en kı raç yüzeylerinde yaşayabilirler.
YARARLI
EUBAKTERILER
Kötü şöhretlerine
karşın bakteriler bir çok
durumda yararlı olabilirler. Özellikle
azot fikse eden bakteriler tarımda
son derece önemlidir ayrıca
bakterilerin madde döngüsündeki rolleri ve ölü organik maddeleri kullanılabilir hale getirmeleri son derece
önemlidir. Daha da ötesinde bağırsaklarda
yaşayan Eubacteria üyeleri vücut
tarafından emilime uğratılan bazı vitaminlerin
sentezinde ve genel olarak pek çok önemli besinin sindiriminde son derece
önemlidirler. Yine termitler ve sığırlar tarafından selülozun
sindirimi ancak özel bazı
bakterilerin varlığında mümkündür.
Bakteriler endüstri alanında da son derece önemlidirler. Birçok kuruluş bazı maddelerin sentezini sentetik olarak gerçekleştirmek yerine bunları özel bazı mikroorganizmalara sentezletmeyi, daha ucuz ve pratik olduğundan, tercih etmektedirler. Bu maddeler arasında asetik asit (sirke), aseton, bütanol,
laktik asit ve bazı vitaminler sayılabilir. Bakteriler aynı zamanda örtü, iplik, halat ve diğer tekstil ürünlerinin yapımında kullanılan keten ve
kendirin sıkı selüloz fibrillerini birbirine bağlayan pektinin parçalanıp fibrillerin yumuşatılmasını
sağlayarak
yardımcı olmaktadır. Yine pek çok deri ürününün ve tütünün işlenmesinde bakterilerden yararlanılmaktadır.
Besin sanayiinde de bir çok bakteri kullanılmaktadır. Yoğurt, peynir ve
özellikle İsviçre Peyniri yapımında bakteriler kullanılır. Bu fermentasyon işlemi sırasında ortaya çıkan karbondioksit, peynir üzerindeki
tipik deliklerin oluşmasına neden olur.
Pek çok çiftçi kışlık yemin saklanmasında bakterilere gereksinme duyar. Ayrıca son yıllarda insektisitler yerine bakteriler kullanılarak biyolojik mücadele çalışmaları yapılmaktadır. Eczacı lıkta da zararlı bakterilerin antibiyotiklerle durdurulması
çalışması için bazı bakteriler kullanılmaktadır. Bir çok aktinomiset türü
bu işlem için kullanılmıştır ve bazı antibiyotikler yine bunlar tarafından sentezlenmektedir. Bunlar arasında streptomisin, aureomisin, tesamisin,
meomisin sayılabilir.
Son yıllarda
özellikle E. coli gibi
bazı bakteriler gen mühendisliğinde insülin gibi, genler tarafından kodlanan,ve organizmadan alınıp bakterilere enjekte
edilerek üretilen bazı ürünlerin
sentezinde kullanılmaktadır.
HASTALIK
ETKENİ OLAN EUBAKTERIA TÜRLERI
Bakterilerin
en fazla tanınanları kuşkusuz insan, hayvan ve kültür bitkilerinde hastalıklara
neden olanlarıdır. Bakterilerin hastalıklara neden olabileceği düşüncesi
(genellikle Hastalıkların Oluşumu Teorisi olarak da bilinir), ondokuzuncu yüzyılın
sonlarında Louis Pasteur tarafından ortaya atılmıştır. İlk başlarda fazla
önemsenmeyen bu düşünce daha sonra Joseph Lister ve Robert Koch'un araştırmaları
ile önem kazanmıştır. Bir İngiliz araştırmacı olan Lister, Pasteur'ün
fikirlerinin değerini ilk farkedenlerden birisidir. Ameliyat yapılan yerlerde dezenfeksiyon
sağlamak için antiseptik teknikleri geliştirmiş ve dezenfektan olarak karbolik
asit çözeltileri kullanmıştır. Bir Alman fizikçi olan Koch ise Pasteur'ün düşüncelerinde
haklı olduğunu anlayarak at, inek, koyun ve insanda şarbona neden olan bir Bacillus
türünü saptamıştır. Bu bulgudan hemen sonra yine insanda tüberküloza
neden olan
bir Bacillus türünü daha saptamıştır.
Koch şarbon
ve tüberküloz üzerine yaptığı araştırmalardan sonra bazı mikroorganizmaların
hastalıklara neden olduğunu ispat etmek için bir formül geliştirmiştir. Bu
kuralların biraz değiştirilmiş hali günümüzde Koch'un Önermeleri olarak bilinmektedir, buna göre;
1- Araştı rılan
mikroorganizma hasta bireyde mutlaka bulunmalıdır.
2- Söz
konusu mikroorganizma hastadan izole edilebilmeli ve saf kültürde
üretilebilmelidir yani bu kültürde yalnızca tek bir tür bulunmalıdır.
3- Saf
kültürden alınan mikroorganizma sağlam bir uygun konağa verildiğinde yeniden
hastalık oluşturmalıdır.
4-
Deneysel olarak konağa enfekte edilen mikroorganizmalar orjinal kültürdekilerle
karşılaştırılabilmelidir.
Koch'un
Önermeleri, daha sonraları pek çok bakteriyolog tarafından kabul edilmiştir ve
eubakterianın hıyarcıklı veba, kolera, difteri, sifilis, bel soğukluğu, cüzzam,
kızıl, tetanoz, tüberküloz, tifo, boğmaca, bakteriyel zatürre, bakteriyel
dizanteri, menenjit, çıban ve irin gibi pek çok hastalığın etkeni olduğu anlaşılmıştır.
Bu listeye
daha sonraları Rocky Dağları Ateşi gibi insanlara akarlar ve bitler gibi
eklembacaklıların ısırması ile bulaşan riketsiyaların neden olduğu ornithosis,
lymphogranuloma ve trachoma gibi hastalıklar ve klamitler tarafından bulaştı rılanlar
da dahil edilmiştir. Hem riketsiyalar hem de Klamitler (bir aktinomisettir),
obligatif hücre içi parazitidirler.
Yine hücre
içi paraziti olan mikoplazmalar da böbrek taşlarının ve bazı zatürre tiplerinin
oluşmasına neden olurlar. Mycoplasma incognitus türü AIDS
hastalarının en önemli ölüm nedenlerinden birisidir. Bu mikroorganizma deri,
dalak, karaciğer ve beyinde önemli doku hasarlarına neden olur ve kontrol
edilemezse öldürücüdür.
Bütün
bunlara bitki ve hayvanlarda görülen bakteriyel hastalıklar da dahil
edilebilir.
Mikroorganizmalar
çeşitli şekillerde hastalı k belirtilerine neden olabilirler. Bazı durumlarda aşırı
derecede sayıları artan bakteriler konak dokusunda mekanik bir baskı oluştururken
bazı hallerde de bakteriler doku ve hücreleri aktif olarak tahrip ederler. Bir
kısım bakteriler toksin adı
verilen zehirler oluştururlar. Bunlar difteri ya da tetanozda olduğu gibi
protein zehirler olup ekzotoksinler şeklinde konak hücreye salındığı gibi, bazıları
da ancak bakteri hücresi deforme olduğunda ya da öldüğünde ortaya çıkan
endotoksinlerdir.
KAYNAK : Genel Biyoloji - Keeton / Gould
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder